25. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali

25. Kristal Elma bu yıl farklı bir konsepteydi ki bence harikaydı. 3 gün süren bir festival halinde, ülkenin reklam ve iletişim dalında önemli isimlerinin yanında global anlamda çok ünlü isimleri konuşmacı olarak dinlediğim bir organizasyon oldu.
  Grey İstanbul, hem organizasyonu düzenleyen Reklamcılar Derneği'nin başkanı Alper Üner'in CEO'su olduğu hem de Kristal Elma'nın reklam ajansı olarak biraz ev sahibi gibiydi, gibiydik. Çünkü afişler, dağıtılan kitapçıklar ve içerikler bizim ajans tarafından yapılmıştı, Kristal için hazırlık sürecine bizzat şahit olmuş biri olarak bu çok heyecanlandırdı beni. 

Festival 25 Eylül'de "Turkish Madmen Era" isimli panelle başladı. Konuşmacılar arasında Haluk Mesci de vardı ki benim en çok dinlemek istediğim isimdi. Sivri dili ve sektöre dair iddialı açıklamalarıyla reklam sektöründen olmayan pek çok kişinin de bildiği bir adam Mesci, diğerlerinin uzun ve sıkıcı konuşmalarına nazaran hemen dinleyiciyi kendisine çekti gerek esprileriyle gerekse yine o sivri açıklamalarıyla. Her ne kadar Nesteren Davutoğlu'nun moderatörlüğü bana sıkıcı gelse de sektöre benim yaşım kadar yıllarını vermiş bu adamlardan Türkiye'de reklamcılığı dinlemek hoştu.

Like A Fucking Dream I'm Living In


Geldiğimiz yollar, varmaya çalıştığımız yerler, dinlenip bir kahvesini içip 40 yıl hatır bıraktığımız duraklar ve adını anmadan bavulumuzu toplayıp kaçtığımız hayatlar... Hepsi ne büyük karmaşa, değil mi? Aslında tüm bu gürültü sadece ait olduğumuz yeri bulmak için. Büyük resme bakıp da düşününce insan hak vermiyor değil, hızına yetişemeyeceğin akıp giden zaman ve gözlerine baktığında ardında sonsuzluğu bulmayı umduğun insana ulaşma savaşı.. Hepimizin savaşları, yenilgileri veyahut kazanamayacağımız cepheye girmeyişleri var elbet, ama benim gibi "warrior" olmuşlara sürprizimin bir kaç detayını paylaşacağım. Belki sizin hikayenizin de böyle bir anısı olur, ne de güzel olur.

Özel bir gün yaklaşıyorsa, epeyce romantikseniz, ee film izlemeyi de seviyorsanız size "Kafika"yı önerebilirim, onların deyişiyle "Kaçırdığınız Filmler Kahvesi" Seçeceğiniz bir filmi, sevgilinizle size ayrılmış, mumlar ve güllerle süslenmiş bir odada izliyorsunuz. 

Resisting Istanbul

Hükümetin, Taksim'deki Gezi Parkı'nı Topçu Kışlası'na dönüştürüp AVM yapma planı, şehrin göbeğindeki son yeşil alanlardan birini daha yok edecekti. Özellikle sanatçıların ve aktivistlerin çağrısıyla Gezi Parkı'nda bir sivil itaatsizlik baş gösterdi. İnsanlar parka çadırlarını kurup polis barikatlarının arkasında pasif bir direnişle yeşile sahip çıkıyorlardı. 

Aslında öyle alışmıştık ki, AKP hükümetinin bir gecede geçirdiği yasalara, "yaptım olacak"larına ve sömürüsüne böyle bir direnişin tüm ülkeye yayılması benim gözümde bir mucize gibi. 
Peki bu pasif direniş nasıl böyle büyüdü ve tüm Türkiye'nin destek verdiği bir uyanışa döndü, dünya medyasının ilgisini çekti? 

Where Were We?

12 günlük Ankara gezmelerimi bir post'a sığdıramadım tabii. Gerçi bu 12 gün içerisinde sadece 2 gün evde oturdum, şansıma Ankara da pek bi güneşliydi ya.  Neyse..
Ankara gibi suya hasret bi şehre en büyük iyilik herhalde, Göksu Park.
Kuşlar ve ördeklerle dolu yapay bir göl burası, pek sevdim. Etrafında da cafeler restaurantlar var.

Find A Place To Get Lost

Olduramıyorsan eğer, gitmek gerekli daha fazla yormadan, bıktırmadan. Eskiden savaşmaya, nefesin bitene kadar koşmaya inanırdım, adımın anlamı ruhuma işlemiş ya. Şimdiyse büyümenin verdiği kırgınlıktan mı hevesimin kaçmasından mıdır nedir daha az umursar oldum. Savaşmaya değecek şeyler bu kadar az iken bavulunu toplayıp yeni hikayelere hazırlanmak için gitmek çok güzel bir özgürlük değil mi?
Hal böyle olunca dedim ki diğer semalarda güneş nasıl doğup batıyormuş bir de ordan bakayım. Kaçış rotama biz İstanbulluların her daim hor gördüğü, Beyatlı'nın en güzel yanı "Ankara Garı'ndan trenle İstanbul'a dönüşü" dediği başkentten başladım. Denizi olmayan suya hasret bu memur şehrini nemsiz kuru soğuk havasıyla kabul edip gezdim de gezdim.
Anıtkabir'den Ankara

Yatıp kalkıp dua ediyorum, bi yapımcı beni keşfetse de gezi programı sundursa diye. Adı bile belli "Cahide İle Minnoş Gezmeler" efsane olurdum ya neyse.
Ankara izlenimlerime geçeyim artık. Kuzenim burda Hacettepe'de okuyor, ben de onu ziyarete geldim. Sağolsun durmaksızın gezdirdi beni. Daha önce iki defa gelmiştim Ankara'ya vize işlemlerim için. O zaman en çok Bahçeli 7. Cadde'yi sevmiştim. Gelince yine gitmek istedim. Mağazaların, cafelerin, barların olduğu ve daha çok üniversitelilerin takıldığı bir yer.
7. Cadde'deki favori mekanım Havelka. Daha önceki gelişimde de burda oturmuştuk Ekin'le. Müzikleri ve çalışanların samimiyeti gayet rahat hissettiriyor. İlk olarak Bailey's içip bff'imi andıktan sonra bomontiye geçtim. Bu arada fıçı bomontiyi sulu bomonti yapmadıkları için ayrı bir takdir ettim.

With Me Always

Tohumum güneyde mi atıldı nedir, kuzeyli olmama rağmen hep kendimi güneyli hissetmişimdir. Bi sıcaklık efeniime söyleyeyim bi kendini bulma durumu var. Üstüne bir de Portekiz'e gidince, İberya yarımadasına, insanlarına, kültürlerine aşık olmadan orası benim ikinci vatanım demeden dönmedim tabii. 

Kitap okurken, boş boş internette gezerken fonda hep müzik açık olur ya işte ben o şarkıları hep İspanyolca'dan seçiyorum. Bir dil herşeyi nasıl bu kadar içinde barındırır, hüzün, tutku, aşk, acı farketmeden her duyguyu nasıl böyle güzel kendine yakıştırır bilemiyorum. Bir dilin fonetiğine aşık olmak bu herhalde.


The Carrie Diaries


The Carrie Diaries...
Kuulluğun kitabını yazıp duvara asmış, ağzından çıkan her kelimeyi kullanılacak replikler listeme eklediğim, tutkusuna bayıldığım, şapşallıklarına güldüğüm hayali bff'im Carrie Bradshaw'un 1984 yılındaki teenager halini anlatan bir Sex And The City prequel'i başladı.

Ocak 2013 gelse de izlesek diye heyecanla bekliyordum, maalesef finaller yüzünden epey bi geç buluştuk genç Carrie'yle. Dizi için beklentimi yüksek tutmuyordum zaten. Canımız ciğerimiz de olsa Carrie, bi ergenlik nasıl süper olabilirdi ki hem de 80'lerde... Üstelik onu Carrie yapan hataları yaşamamış, yanlış adamlarla tanışmamış, Mr. Big uğruna heder olmamış, New York'larda tüm parasını Manolo Blahnik'lere Roberto Cavalli'lere, Channel'lere yatırmamıştı. Ne yazık ki o yıllarda Carrie henüz Samanta Jones, Miranda Hobbes ve Charlotte York'la da tanışmamıştı, onlar dizide yok.