The Carrie Diaries...
Kuulluğun kitabını yazıp duvara asmış, ağzından çıkan her kelimeyi kullanılacak replikler listeme eklediğim, tutkusuna bayıldığım, şapşallıklarına güldüğüm hayali bff'im Carrie Bradshaw'un 1984 yılındaki teenager halini anlatan bir Sex And The City prequel'i başladı.
Ocak 2013 gelse de izlesek diye heyecanla bekliyordum, maalesef finaller yüzünden epey bi geç buluştuk genç Carrie'yle. Dizi için beklentimi yüksek tutmuyordum zaten. Canımız ciğerimiz de olsa Carrie, bi ergenlik nasıl süper olabilirdi ki hem de 80'lerde... Üstelik onu Carrie yapan hataları yaşamamış, yanlış adamlarla tanışmamış, Mr. Big uğruna heder olmamış, New York'larda tüm parasını Manolo Blahnik'lere Roberto Cavalli'lere, Channel'lere yatırmamıştı. Ne yazık ki o yıllarda Carrie henüz Samanta Jones, Miranda Hobbes ve Charlotte York'la da tanışmamıştı, onlar dizide yok.
Neyse bu dizi kıtlığında Gossip Girl'e de elveda demişken, Sex And The City'den bağımsız düşünmeye çalışarak izlemeye başladım. Bana böyle liseli, güzel kıyafetli efeniime söyleyeyim New York manzaralı dizi olsun zaten.
Carrie'nin gençliğini canlandıran kızı sevdim, Anna Sophia Robb'muş adı. Yalnız şöyle bi detay var, sevgili Sarah Jessica Parker'cığım alınmasın da bu kız bildiğin güzel yani. Hiç büyüyünce öyle bir Carrie olucakmış havası yok.
Dizimizin esas oğlanına geçecek olursak, öncelikle düşen dibimizi yerden bi toplayalım hanımlar. Ah biz kara kaşlı kara gözlü Türk erkeğinden çekmediği kalmamış Türk kadınları, böyle sarı baby face gördük mü dayanamıyoruz tabii. Ama bırakın gerçekler konuşsun, sonuçta birbirini beğenmeyen Türk kadını&Türk erkeği olarak tencere kapak olduğumuzu napıcaz hıı? Bizim tribimiz, kıskançlığımız onların boylarını aşan egoları ve hödüklükleriyle nasıl da minnoşuz.
Neyse efeniim, dizinin esas oğlanı bu 91'li arkadaşın adı Austin Butler. Kendisini daha önce Zoey 101 isimli yine bir Amerikan teenager dizisinde görmüşlüğüm izlemişliğim vardır. Hani şu Britney Spears'ın 16'sında hamile kalan kardeşinin oynadığı. (Magazin hafızamı kes!) Evet, Nickelodeon'daki saçma Amerikan teenager dizilerini izlediğim de ortaya çıktığına göre post'a devam edebilirim.
Diziyle ilgili anlamadığım en önemli noktaya gelirsek, Sex And The City'de Carrie'nin babasıyla küçük yaştan beri problemleri olduğunu ve görüşmediğini söylediğini hatırlıyorum. İşte hangi bölümde söyledi onu hatırlamıyorum. Bulursam ekleyeceğim.
Şöyle bir şey de var, Carrie ne yaşarsa yaşasın kimi severse sevsin geçici olduğunu ve bambaşka şeyler olacağını bildiğimizden hikaye bir yerde hep havada kalıyor-kalacak bana göre.
İlk bölümde pek eğlenceli replikler
vardı. Özellikle çekik gözlü nerdy Mouse'un mimiklerine, o köpek yavrusu bakışlarına
bittim. İlk tecrübe bundan daha iyi anlatılamazdı herhalde. Hala gülüyorum ya.
Ama benim kalbimi çalan replik tabii ki bu.
Üstüne ne desem bilmiyorum, sadece "Evet, o benim!" diyesim geliyor.
Yani sen kendi ejderhalarını öldüren prensessin? |
Özetle ben diziyi sevdim. Sex And The City'deki Carrie'ye çok da bağlamadan düşünülürse, eğlencelik çerezlik, Gossip Girl de bitti ne izlesek de liseli görsek diyorsanız tavsiye ederim.
Bu arada yüksek dozda spoiler için de üzgünüm ama bir "oturduğu yerden eleştirmen" elbette kolay yetişmiyor.
İşte dizinin trailer'i efeniim.
Bu postu da sevgili Carrie'ciğimizden bir özlü sözle bitirelim sevgili SATC-severler
"I was a fan of anywhere you could smoke and drink at 2:00 pm."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.