Find A Place To Get Lost

Olduramıyorsan eğer, gitmek gerekli daha fazla yormadan, bıktırmadan. Eskiden savaşmaya, nefesin bitene kadar koşmaya inanırdım, adımın anlamı ruhuma işlemiş ya. Şimdiyse büyümenin verdiği kırgınlıktan mı hevesimin kaçmasından mıdır nedir daha az umursar oldum. Savaşmaya değecek şeyler bu kadar az iken bavulunu toplayıp yeni hikayelere hazırlanmak için gitmek çok güzel bir özgürlük değil mi?
Hal böyle olunca dedim ki diğer semalarda güneş nasıl doğup batıyormuş bir de ordan bakayım. Kaçış rotama biz İstanbulluların her daim hor gördüğü, Beyatlı'nın en güzel yanı "Ankara Garı'ndan trenle İstanbul'a dönüşü" dediği başkentten başladım. Denizi olmayan suya hasret bu memur şehrini nemsiz kuru soğuk havasıyla kabul edip gezdim de gezdim.
Anıtkabir'den Ankara

Yatıp kalkıp dua ediyorum, bi yapımcı beni keşfetse de gezi programı sundursa diye. Adı bile belli "Cahide İle Minnoş Gezmeler" efsane olurdum ya neyse.
Ankara izlenimlerime geçeyim artık. Kuzenim burda Hacettepe'de okuyor, ben de onu ziyarete geldim. Sağolsun durmaksızın gezdirdi beni. Daha önce iki defa gelmiştim Ankara'ya vize işlemlerim için. O zaman en çok Bahçeli 7. Cadde'yi sevmiştim. Gelince yine gitmek istedim. Mağazaların, cafelerin, barların olduğu ve daha çok üniversitelilerin takıldığı bir yer.
7. Cadde'deki favori mekanım Havelka. Daha önceki gelişimde de burda oturmuştuk Ekin'le. Müzikleri ve çalışanların samimiyeti gayet rahat hissettiriyor. İlk olarak Bailey's içip bff'imi andıktan sonra bomontiye geçtim. Bu arada fıçı bomontiyi sulu bomonti yapmadıkları için ayrı bir takdir ettim.
Barın önündeki bu posterler çok ilgimi çekti.
İçerisi böyle posterlerle dolu
"Aşk Tesadüfleri Sever" 
Gerçekten böyle mi diye merak ettim, yerinde göreyim belki azıcık Mehmet Günsür kalmıştır yollarımız doğduğum Şubat ayının bir gününde kesişir de romantizme doyarız dedim. Tutturdum kuzenime beni Kuğulu Park'a götür diye. Maalesef Mehmet Günsür kalmamış. Ama kuğulara ve parkın o huzuruna bayıldım. Tam yol ortasında, Tunalı'ya girişte soluklanmak için pek güzel bi nokta burası.
White swan'ler ile black swan'ler sardı dört bir yanımı
Parka girişte Tunalı Hilmi Beyefendinin heykeli var
Kar yağınca daha bi güzel olurmuş Kuğulu Park. Herkes bir de kar yağdığında gör burayı dedi, evet gözümde bir canlandırdım daha bir büyülü geldi ama içten içe kar yağmasın diye dua etmedim değil. Gerçi Ankara beni çok sevdi, kuru ayazından eser yok, hep güneşli bir güne uyanıyorum.

Kuğulu Park'ta dinlendikten sonra Tunalı'yı baştan sona yürüdük, bir Alex olmadığı gibi bir İstiklal de değil. Ama illa bi yere benzetmek gerekirse bir Bağdat Caddesi olabilir. Tunalı'daki cafeleri pek beğendim, çok da gezdim. Yemek yeme konusunda kendi çapımda bir Vedat Milor olduğum için değişik neresini görsem kuzenimi içeri sürükledim.
 Café des Cafés en çok ilgimi çeken mekan oldu. Bunda masaların ayağındaki ısıtıcıların etkisi büyük. Allahım ne sevdim, ey İstanbul'daki işletmeciler hiç takiplemiyorsunuz böyle şeyleri ya. Dışarıda oturup paltomu çıkarmama rağmen üşümedim. Atalarımız demiş ayağını sıcak tutacaksın diye.

İçtiğim en güzel sıcak şarap burdaydı. Tarçını, meyve aroması on numara beş yıldızdı. Yolunuz Tunalı'ya düşerse böyle bir kış gününde içmeden gelmeyin derim.
Café des Cafés'in iki dükkan yanında, önünden geçerken duraksayacağınız bi pastane var, adı Elizin. Renkli, süslü püslü cupcake'leri, pastaları vitrine dizmişler. İnsanın iştahı kabarıyor. Pek bi meşhurmuş zaten. Özellikle iş çıkışı saatine denk gelirseniz içerisi tıklım tıklım. Boş masa bulmakta zorlandık biz ama işin ucunda şu pastalar varsa yılmam. Büyük büyük ananemin de dediği gibi "Ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin"
Beğendiğiniz minik pastaları seçip kendi tabağınızı yapacağınız gibi hem görünümde hem lezzette minnoş tek kişilik pastalardan da yiyebilirsiniz. Patlayacak hale gelseniz bile ondan da mı yesem şunun da mı tadına baksam diye insanın aklı kalıyor. O kadar çeşitten seçmek zor. Tabii bu pastaları görünce diyete elveda deniyor.

Tapa Tapa Tapas diye bir mekan var Tunalı'da. Meşhur İspanyol yemeği tapas yapıyorlar. İçerisi de o kültüre göre dizayn edilmiş. Bazı zamanlar flamenko geceleri düzenleniyormuş, ünlü dansçılar geliyormuş.
Bir sangria sevdalısı, sangrianın hasını asıl memleketinde içmiş biri olarak normal buldum sangriasını. Ama ortamı hizmeti gayet güzel, gidilesi görülesi.

Gezmelerim tozmalarım henüz bitmedi ama şimdilik bu kadar. İkinci postta görüşmek üzere efeniim, 
hoşça kalınız.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.