Resisting Istanbul

Hükümetin, Taksim'deki Gezi Parkı'nı Topçu Kışlası'na dönüştürüp AVM yapma planı, şehrin göbeğindeki son yeşil alanlardan birini daha yok edecekti. Özellikle sanatçıların ve aktivistlerin çağrısıyla Gezi Parkı'nda bir sivil itaatsizlik baş gösterdi. İnsanlar parka çadırlarını kurup polis barikatlarının arkasında pasif bir direnişle yeşile sahip çıkıyorlardı. 

Aslında öyle alışmıştık ki, AKP hükümetinin bir gecede geçirdiği yasalara, "yaptım olacak"larına ve sömürüsüne böyle bir direnişin tüm ülkeye yayılması benim gözümde bir mucize gibi. 
Peki bu pasif direniş nasıl böyle büyüdü ve tüm Türkiye'nin destek verdiği bir uyanışa döndü, dünya medyasının ilgisini çekti? 

31 Mayıs sabahı saat 5'te çadırlarında uyuyan direnişçilere (bakın herhangi bir çatışma olmadan) gaz bombası atılması, ana akım medyada yer bulmazken sosyal medyadan tüm ülkeye yayıldı. Bu gaz bombası saldırı haberlerini ben de okula giderken twitter'dan öğrendim. Yayılan fotoğraflar ve videolar sayesinde orada olup bitenleri öğrenebildik. Cuma günü okul çıkışı Gezi Parkı'na gidip neler olduğunu kendi gözlerimle görmek istedim, Mecidiyeköy'den metroya bindiğimde sadece Osmanbey'e kadar açıktı, Taksim ve Şişhane durakları kapalıydı. Osmanbey'de inip Taksim'e kadar yürürken akın akın insan gördüm benim gibi, orada neler olup bittiğini görüp destek vermek isteyen. Harbiye üstünden ancak Divan Oteli'ne kadar yürüyebildim, ötesine geçiş yoktu. Orada bekleyen kalabalığa karışıp sloganlar atmaya başlayınca, panzerler üstümüze çevrildi önce biber gazı yedik sonra da tazyikli su. Orada toplanmış yüz kişi ya var ya yoktu, ama müdahale o kadar sertti ki kaçışmaya başladık. Önüme bir gaz fişeği kapsülü düştü, eğer bir iki adım daha hızlı olsaydım sanırım onu kafama yiyecektim. Divan Otel sırasındaki Starbucks'a sığındım, yanımda yüzümü örtecek hiç bir şey olmadığı için gazdan çok etkilendim. Sabahki polis "saldırı"sında kepenklerini kapatan Starbucks, bu sefer içeriye sığınan insanlara limon, süt ve su verip yardım etti. Hey gözünü sevdiğim kapitalizm!


Bir saat kadar içeride kaldıktan sonra, Harbiye üstünden Çarşı grubunun Taksim'e gireceği haberi geldi, hemen ardından da kocaman pankartları ve üstlerinde formalarıyla Beşiktaş Çarşı taraftar grubu geldi. Hep Beşiktaş taraftarı olmaktan gurur duymuşumdur ama bu direnişte gördüklerim bambaşka şeylerdi, artık Çarşı'yla gurur duymak için Beşiktaş'lı olmaya gerek yok. 

Çarşı'yla polisin karşılaştığı noktanın tam ortasında kaldık, eğer bir karargah seçecek olsaydım oradan daha kilit bir nokta bulamazdım sanırım. Bizden destek verici sloganlar atılmaya başlayınca polis, Starbucks'ın verandasına da gaz bombası attı, insanlar içeri kaçışmaya başladı.
Haberleştiğim bazı arkadaşlarım Harbiye'de sıkıştığımı duyunca Saving Private Ryan'ı tekrar çekip sağ olsunlar oscarlık performanslarla beni oradan çıkardılar ve Point Otel'in önüne gittik. Neresi güvenliyse yani nerede polis yoksa insanlar oraya toplanıyordu. Hep bir ağızdan "Hükümet İstifa" "Şerefine Tayyip" sloganları atarken orada da gaz bombası yedik. Polis terörü muhalif seslere duymaya pek tahammüllü değil tabii.
Osmanbey üstünden Taksim'e gelmeye çalışan arkadaşlarımız Harbiye'de bir apartmana sığınmışlar. Yukarıdaki fotoğrafta, onların yanına giderken aldığım yerlerdeki yüzlerce gaz fişeğinden biri var.

Bugünlere dair ömrüm boyunca hiç unutmayacağım bir sahne kazındı beynime, Cumhuriyet Caddesi'nde arkamızda gaz bombaları patlarken iş merkezinden çıkan bir direnişçiye (sadece tek bir kişi) polis gaz bombası silahıyla en fazla 3 metrelik bir mesafeden nişan alıp, bacağından vurdu. Polis sanki CS oynuyor, bu neyin nefreti, nasıl bir insanlık gerçekten anlamıyorum. İyi ki de anlamayıp karşısında duruyorum.

Cuma günkü direniş diğer günler kadar kalabalık değildi, bu yüzden polisin kuvvetçe üstünlüğü ve bariz orantısız güç kullanımı vardı. Olabildiğince bu haksızlığı, zulmü sus pus olan ana akım medyaya karşı kendi sosyal medyalarımdan paylaştım ki insanlar neler olup bittiğini, polis terörünün ciddiyetini görsün diye.

Talimhane'de bir otelin lobisinde sıkışmışken, Tünel'den ve İstiklal Mis Sokak'tan çok kötü haberler geliyordu, polisin pusu kurduğuna dair. Allah aşkına polis dediğin pusu kurar mı, karşında düşman mı var? Gerçi cemaatçi dershanelere dağıtılan sınav sorularıyla son yıllarda binlerce insan polis olmadı mı, faşist zihniyet işte bu direnişler için o yatırım yaptı.Tabii bu direnişten biz de halk olarak bir şeyler öğrenmedik değil, biber gazı-portakal gazı farkı nedir, limon mu sirke mi hangisi iyi gelir uzman olduk valla. Ama en güzel ne öğrendik biliyor musunuz, bir olmayı ve birlik olduğumuzda ne kadar güçlü olduğumuzu. Direnişte sağ-sol yok, Türk-Kürt yok saygı var hoşgörü var ve en önemlisi bu sömürüye dur deme isteği var. Ne güzeliz be Türkiyem!

Gezi Parkı'nda bugün itibariyle polis yok geri çekildiler, adeta bir bayram havası var parkta. İnsanların yiyecek-içecek ve herhangi bir saldırıda ilaç ihtiyacı için ücretsiz bir ihtiyaç duvarı, bir de kütüphane kuruldu. Halk direnişi Taksim'i geri aldı huzuru sağladı belki ama Antakya, Adana ve İzmir'den kötü haberler gelmeye devam ediyor. Artık ölüm haberleri de alıyoruz. Bu gidişata dur demek yerine, halkını tehdit eden,birbirine kırdırmaya çalışan siyaset felsefesi yerine kabadayılığı misyon edinmiş başbakanımız ve sesi soluğu çıkmayan milletvekillerimiz ise hala koltuklarında maalesef.
97 yapımı Şeytanın Avukatı filminden bir replik, dindar başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan için geliyor; "Kibir en sevdiğim günahtır."

Bu arada bu direniş ile ilgili en önemli noktalardan biri de mizah... Öyle güzel durum tespitleri var ki sanırım içimizdeki mizah duygusu çıkmak için bu direnişi bekledi. Elimden geldiği kadar beğendiklerimi fotoğrafladım. Ama onlardan önce vatan hainliğine devam eden Nazım'ın da dediği gibi;

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim! 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.