Salı günü dersimizin olmamasını fırsat bilerek, Lisboa ''Old City''den yarım saat uzaklıktaki Cascais'e gittik.
Cascais'e gitmek için Cais do Sodre'den trene binmek gerekiyor. Tren ve tren istasyonları bana İstanbul Anadolu yakasındaki banliyö trenleri hatırlattı hey gidi heey!
Yarım saatlik yolculuktan sonra (ki İstanbul'la kıyaslandığında lafı bile edilmez) Cascais'deydik. Trenden iner inmez ilk işimiz kumsala koşmak oldu. Tam da güneşin kızıla çalıp, yavaşça gökyüzünü terketmeye hazırlandığı saatlerdi.
Sevgili martılar eşliğinde seyrettiğimiz manzaraya doyamadık. Kumsal o kadar etkileyici,su o kadar çok berraktı ki bi türlü ayrılmak istemedim. Ve kendi kendime söz verdim, dondurucu soğuk da olsa bir gün yüzeceğim burda diye. Artık Titanic'teki Jack misali karanlık sularda buz kalıbı halinde kayıp mı olurum yoksa bir zatürreyle yırtar mıyım, hiç bilmiyorum.
Kumsaldan ayrıldıktan sonra, Cascais sokaklarını keşfetmeye başladık. Lisboa- Old City'den alışık olduğumuz gibi her yer yine Arnavut kaldırımlı daracık, sevimli sokaklar...
Hemen yukarıdaki fotoğrafta pek belli olmasa da sol tarafta, second-hand dükkanı keşfettik. Çok pahalı markaların ikinci el çantalarından tutun da mutfak eşyasına kadar pek çok şey var. Ekin iki tane çanta aldı, biri 3 diğeri 5 euro olmak kaydıyla. Bense bir fular aldım, dalmaçyalı desenli. Çook sevimli!
Güneş battıktan sonra Cascais'de hava birden soğudu, çok üşümemize rağmen yılmadık sokaklarda gezindik,durduk. Ama en sonunda yorgunluğun da etkisiyle kendimizi Irish Pub'a attık. Bira sevmeyen bir insan olarak orda kendimi Bailey's in kollarına bıraktım.
Eğer yolunuz Lisboa'ya düşer de Cascais'i görmezseniz, çok şey kaybedersiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.