Two And A Half Men

  Uzun zamandır takip ettiğim bu dizi hakkında söyleyecek bir kaç sözüm var! Hatta geç bile kaldım.

Charlie Sheen diziden ayrıldı hepiniz biliyorsunuz,Chuck Lorre ile olan kavgasından dolayı. (Olum siz yahudiler ne kompleksli insanlarsınız,neyse) Charlie'den sonra dizinin akışı değişti, senaryo gereği öldü. Malibu'daki sahil evini ise Walden (Ashton Kutcher) aldı. Herkesin hissettiği şeyi ben de hissettim, en başta Walden'a ısınamadım. Evet, evde sürekli çıplak gezmesi ilgi çekmek için yapılmış ucuz bir numaraydı. Manzara güzeldi Allah için ama konu tıkandıkça Walden'ın medet ummak kötüydü. Hele ki her bölümde (abartısız) Charlie'den ve onun alışkanlıklarından bahsetmek zavallıcaydı. Charlie Harper gibi bir karakterin izlerini 9 sezon üstüne kolay kolay silemezsin.

She Is Only Girl In The World

  17 December 2011 - Rihanna Pavilhao Atlantico

 Sevgili Rihanna'cığım, Loud Tour için Lisboa'ya geldi. Avrupa kıtasındaki son konserini burda verdi. Burdan sonraki durağı ise London.

  Konser, kırmızı hattın son durağı Oriente'deki Pavilhao Atlantico'daydı. Alışveriş merkezi Vasco Da Gama'nın hemen yanında iki büyük stadyumdan biri Atlantico. Şehrin tüm büyük konserleri, maçları bu alanda oluyormuş. Rihanna İstanbul'a geldiğinde Boğaz'a karşı Kuruçeşme Arena'da verdiydi konserini hey gidi heyy. Şanslıyım ben de oldukça, iki sene önce İstanbul'a geldiğinde finallerim yüzünden gitmemiştim. Geldim, Lisboa'da izledim.

  7'de konser alanına gitmemize rağmen önler dolmuştu. Tabii benim gibi 1.60lık Cahide'lerin önüne 1.70lik ablalar 1.80lik abiler gelince hiç güzel olmuyor. Hep söylüyorum; boy sıralaması olsa şu konserlerde herkes memnun olsa. Parmak uçlarımda durmakla, denge olayını altüst ettim. Hıı değmedi mi, ölümüne değdi.

A Gorgeous Day In Cascais

  
Salı günü dersimizin olmamasını fırsat bilerek, Lisboa ''Old City''den yarım saat uzaklıktaki Cascais'e gittik. 



  Cascais'e gitmek için Cais do Sodre'den trene binmek gerekiyor. Tren ve tren istasyonları bana İstanbul Anadolu yakasındaki banliyö trenleri hatırlattı hey gidi heey!


  Yarım saatlik yolculuktan sonra (ki İstanbul'la kıyaslandığında lafı bile edilmez) Cascais'deydik. Trenden iner inmez ilk işimiz kumsala koşmak oldu. Tam da güneşin kızıla çalıp, yavaşça gökyüzünü terketmeye hazırlandığı saatlerdi. 


  Sevgili martılar eşliğinde seyrettiğimiz manzaraya doyamadık. Kumsal o kadar etkileyici,su o kadar çok berraktı ki bi türlü ayrılmak istemedim. Ve kendi kendime söz verdim, dondurucu soğuk da olsa bir gün yüzeceğim burda diye. Artık Titanic'teki Jack misali karanlık sularda buz kalıbı halinde kayıp mı olurum yoksa bir zatürreyle yırtar mıyım, hiç bilmiyorum.

Huge Ego Sorry!


   Blog yazmaya başlayıp, House'tan henüz hiç bahsetmemek çok büyük hata benim için. Tam bir House-maniac olarak 8 sezondur paralel evreninde yaşadığım bir dizi. Yaratılmış en iyi dizi karakterlerindendir sevgili Gregory'cim.

    
Bir ortamda House izlediğimi, favori dizim olduğunu söylediğimde ''Amaan hep aynı, bir hasta geliyor ilk başta bulamıyorlar hastalığı sonra House bi düşünüyor şıp diye buluyor peh'' diyen bir ANGUT (evet büyük harflerle) çıkıyor. İşte bu esnada kafamda görüntülü bir baloncuk oluşuyor, ben bu sözü diyenin ağzını burnunu kırıyorum hıncımı alıyorum, bi rahatlıyorum. Sonra gerçek dünyaya dönüp, aslında ne kadar sığ bir dizi izleyicisi olduğunu ona belirtip 8 sezonda bir karakterin sınırlarını,dönüşümünü ne kadar başarılı anlatıldığını ve Hugh Laurie gibi bir olağanüstü tarafından canlandırıldığını söylüyorum konu kapanıyor falan. Kimse kusura bakmasın ''içimdeki House aşkı bambaşka''


    

This Cape Is Made For Flying

      
 Çevremdeki herkes bilir, pelerin giymeyi ne kadar çok sevdiğimi. Ne kadar kalın kumaştan olursa olsun içinde kendimi çok rahat hissediyorum. Pelerinlere bayılıyorum ama sadece 2 tane pelerinim var; biri Bakırköy pasajlarının birinden diğeri de Hakan Yıldırım for Koton koleksiyonundan. Ki kendisi şöyledir;





 Benim için pelerinde vazgeçilmez şeyler ise; deri eldiven ve bere. Benimki yanda da görüleceği üzere kolları açıkta bırakan bir model olduğundan mutlaka deri eldiven takarım.







    

Bu pelerin yazısının nerden çıktığına gelirsek; bana pelerini sevdiren Blair Waldorf'un yine bir pelerinli fotoğrafına denk geldim. Tahmin edileceği üzere aşık oldum, hele ki şapkası daha bi minnoş. Bu arada fotoğraf az buçuk dizi spoylırı içermekte ona göre ha! 

What Happens In Guarda Can Not Stay In Guarda

Bir haftadır Guarda'daydım. Portekiz'in kuzeye yakın şehirlerinden biri. Ve tahmin edildiği üzere baya soğuk. Lisboa-Guarda arası 4 buçuk saat. Gidişte ve dönüşte başka duraklara da uğrandığı için bu kadar uzun sürüyor tahminimce neyse.

   
Guarda'ya dair malesef pek turistik fotoğrafım yok, olanları paylaşacağım. Bu Büyük Guarda Katedrali, dıştan pek bir görkemli şaşalı olmasına rağmen içi gayet sıradandı Lisboa'daki katedrallere göre. Öndeki iki şapşal da Erasmusdaşlarım. Tüylü sarı montlu-marul kız Guarda'da okuyor, biz de onu ziyarete geldik.






Pazar günü saat 7de ayin vardı, ben merak ettiğim için yarım saat ona kaldık. Ayağa kalkıp ilahi söyleyen yaşlı amcalar ve teyzeler vardı. Tabii yandaki fotoğraf çekildiğinde katedral daha dolmaya başlamamıştı.







My Dear Lula

Ölene kadar bundan yiyebilirim!  ''Lulas a Sevilhana''
   
Lula, Portekizce'de kalamar demek. Jülyen kesilmiş kalamarları çıtır pane harcıyla kızartıp, yanında French Fries ve yeşillikle servis ediyorlar. Çok zor bişey değil yani. Ama geldiğimden beri en sevdiğim yemek bu oldu. Gerçi bolluğundan dolayı hep deniz ürünleri tüketiyoruz ama favorim şimdilik bu.

  Verde Linha'daki Avenida metro çıkışının karşısında hemen köşedeki küçük restaurantta afiyetle mideye indirdim. Pahalı da değil, 6 küsür euro. Hem Lulas a Sevilhana tatmak hem de diğer geleneksel yemekleri denemek isteyenlere o restaurantı şiddetle önerebilirim.

   Sanırım Vedat Milor'la kanka olma vaktim geldi. 
   Adeus amigos!

Versace for H&M

  Bugün Versace'nin H&M için hazırladığı koleksiyon satışa çıktı. Saat 10'a geliyordu uyandık ve Baixa Chiado'daki H&M'in yolunu tuttuk. Girişte görevliler Versace versiyonunu görmek isteyenlere çeşitli renklerde bileklik takıyor, bilekliğin üstünde ise rengine göre hangi saatte özel bi bölüm ayrılan koleksiyonu göreceğin yazıyor. Bizim mor bilekliğimiz 12:50-13:00 arası içindi. O bölümde 10 dk kalabiliyorsun, zil çaldığında dışarı çıkmak zorundasın. Beğendiklerini alıp deniyorsun, ürünlerin hiç birinde alarm zımbırtısı yoktu. Ee Versace tasarımını onunla bozarlar mı hiç? Neyse.

                                


  Koleksiyona ait pek bişey beğendiğim söylenemez. Yeşil,mavi leopar desenli ceketlerden özenle uzak tuttum kendimi. Leopar deseninden aksesuar dışında hazzetmeyen ben hele ki onun yeşil tonlarında görünce iyice kaçtım. Zaten hiçbirşey almadım, çok aşık oldum kesin almalıyım denecek sadece iki parça vardı kanımca; biri mor göğüs kısmında pencere detaylı elbise diğeri siyah göğüs altından dar etekleri tül tül elbise. Evet almadık, pahalıydı. 




Sadece mor elbisenin fotoğrafını çekebildim. Tonu daha koyu olsa pek de iyi olabilirmiş.

Versace For H&M yorucu oldu benim için diyebilirim. Ama yine de değdi. Türkiye'de durum nasıldı henüz bilmiyorum.

16 derecelik Lisboa'dan Versace'li sevgiler efeniim!

Here We Go Guys!

Daha önceleri de blog yazma denemelerim olmuştu ama bir türlü devam edememiştim tembelliğimden. Ama bu sefer kararlıyım.

Bugün Ekin'le (ki kendisi üniversiteden arkadaşım,Erasmusdaşım ve roommate'im olur) okuldan evimize dönerken karar verdim yeniden bir blogger olmaya.


              Burası da hikayemin başladığı yer; Lisboa - Praça do Comercio


Neler yazabilirim diye düşünüyorum da biraz gezmek-tozmak, biraz dizi-film, biraz da 'Ne Giydik' postu. Umarım bu sefer devam ettirebilirim blogumu. Hayde bakalım!