'' Paris is always a good idea.''
Audrey Hepburn
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgG3fxzEpWHUzq_oKJ8cRuevjXo5froM4fAFYgTZddsiVQhwDYl9EJKpwvfUDTLewz6iMA9v_0FnxV9AW_JmBMYvEyAZfQNAmUeakTB9uPnPgWdhdZ6Ju8CKjRmmgrtIJIP50BOmhZ_zsrK/s200/parisbilet.jpg)
Beauvais havaalanı Paris'e 40 dakika uzaklıkta, havaalanından daha çok go kart pistine benzeyen bir yer. Şehre gidiş shuttle'larla sağlanıyor. Tabii Paris'e ulaşmak için otobüse 15 euro vermeniz gerekiyor.
Uykulu ve yorgun bi halde otobüsteyken nerde olduğumu anlamamıştım ta ki Eiffel'i görene kadar. Yorgunluk bi anda silindi yerini şapşal bi gülümsemeye bıraktı. Otobüsün son durağı Concorde Meydanı yakınlarında bi yer, orda inip elimizde haritayla daha önce kararlaştırdığımız oteli bulmak için metroyla Republique'e gittik. İnternetten bulduğumuz otel geceliğine 80 euro diyince vazgeçip başka bi otel ararken Boulevard Voltaire'de 'İstanbul Kebab'ı gördük. Lisboa'da ya da Madrid'te bi kebapçı görürseniz şaşırabilirsiniz ama Paris ve Amsterdam için kesinlikle böyle bişey yok. Kebapçının sahibi Türk adam bizi çocukluk arkadaşının oteline gönderdi, geceliği 23 euro'ya kaldık.
Dipnot: Kaldığımız yere 5 dakikalık yürüme mesafesindeki "Oberkampf" şehrin en iyi underground partilerinin yapıldığı yermiş, hani aklınızda bulunsun.
Behlül'ün duvarındaki fotoğrafı ben çektim! |
Hemen odaya yerleştik, iki günlük yorgunluğun ardından temiz yatak, çarşaf ve banyo.. Sonra giyinildi süslenildi Eiffel Tower'ı daha fazla bekletmek istemedik. Otelimizin olduğu turuncu hattan aktarmayla yeşil hatta geçip ''Champ de Mars Tour Eiffel'' durağında indik.
Ondan sonrası herkesin de tahmin edebilceği gibi uzun bir fotoğraf çekilme merasimi. En güzel pozu yakalamak için epey uğraştık. 2 saat boyunca Eiffel'in önünde sağdaki örnekte görüleceği gibi değişik açılarla, pankartlarla fotoğraf çekildik. İlk günümüz böyle bitti.
İkinci gün ise koşa koşa Musee de Louvre'a gittik. Portugal Residence kartımız olduğu ve 25 yaşın altında öğrenci olduğumuz için para ödemeden girdik. Ama normalde Louvre'a giriş ücreti 10 euro. Dünyanın her yerinden bişeyleri bulabileceğiniz kocaman bir müze.
Sağolsun Napolyon tutmuş Mısır'ın yarısını getirmiş. Heh anlamadığım noktada bu zaten, hadi inciği boncuğu getirirsin de şunu niye getirirsin be adam? Hayır yani az buz bi yolda değil.
Ondan sonrası herkesin de tahmin edebilceği gibi uzun bir fotoğraf çekilme merasimi. En güzel pozu yakalamak için epey uğraştık. 2 saat boyunca Eiffel'in önünde sağdaki örnekte görüleceği gibi değişik açılarla, pankartlarla fotoğraf çekildik. İlk günümüz böyle bitti.
İkinci gün ise koşa koşa Musee de Louvre'a gittik. Portugal Residence kartımız olduğu ve 25 yaşın altında öğrenci olduğumuz için para ödemeden girdik. Ama normalde Louvre'a giriş ücreti 10 euro. Dünyanın her yerinden bişeyleri bulabileceğiniz kocaman bir müze.
Sağolsun Napolyon tutmuş Mısır'ın yarısını getirmiş. Heh anlamadığım noktada bu zaten, hadi inciği boncuğu getirirsin de şunu niye getirirsin be adam? Hayır yani az buz bi yolda değil.
Louvre'da en sevdiğim şeyler sağdaki gibi büyük, yüksek tavanlı, çeşitli resimlerin sergilendiği salonlar. Öyle ihtişamlı ki büyülenmemek elde değil.
Gelelim Louvre'un en meşhur, en minnoş eseri Mona Lisa'ya. Epey bi uzakta, cam bir bölmenin içinde muhafaza ediyorlar. Beklediğimden daha küçük ve daha az ihtişamlıydı. Yine de Mona Lisa'dır diye bağrıma basmadım değil.
Paris'te bir turistin en çok dikkat etmesi gereken şey ''fotoğraf makinesinin şarjı'' Gideceklere en büyük tavsiyem bu. Etrafta fotoğrafını çekecek o kadar çok şey var ki, makinelerimizin şarjı ne ara bitti anlayamadık.Bu yüzden Sacre Coeur'da hiç ve Notre Dame kilisesinde de bir iki fotoğrafımız var. Bu arada söylemeden edemeyeceğim Sacre Coeur Paris'te en çok beğendiğim yerdi. Biz gittiğimizde hava kararmıştı, önce ayine katıldık baktık sarmadı dışarı çıktık ve herkes şehre tepeden bakan merdivenlere oturmuş,gitar çalıp şarkı söyleyen çocuğu dinliyordu. Pek bi romantikti hatta tesadüf en sevdiğim şarkılardan biri ''Drugs Don't Work'' çalıyordu.
Sacre Coeur'a gitmek için Paris'te daha çok zencilerin yaşadığı bir mahalleden geçtik. Etraf perukçular, dövmeciler ve köşebaşlarında bekleşen zenci kardeşlerimizde doluydu. Hani tırsmadık değil yani. Yorulunca küçük bi cafeye oturduk, ve şunu öğrendim; reggae dünyanın en duygulu müziklerinden biriymiş. Cafeye bizden sonra gelen "zenci kardeşlerimiz" raggae söylediler, hayran hayran onları dinledik. Tabii bu hayranlığın benim cafenin duvarını süsleyen fotoğrafımın da etkisi var kıps ehe!
![]() |
Macaron cenneti! |
Özetle güzelliğinin farkında, şımarık ve bohem bir şehir Paris. Asla mütevazi değil, kibirli. Şehri 3 günde gezmek tabii ki mümkün değil ama yine de pek çok şeyi sığdırdık ve başka bir zaman yine görüşürüz diye veda ettik kendisine.
Ve post'un şarkısı canımız ciğerimiz Lana'dan gelsin buyrunuz;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.